Bilecik, Bozüyük ve Eskişehir Bölgesinin Türkleşmesi

   Köyümüzün yerleştiği bölge, Selçuklu Devletinin son zamanında, Osmanlı Devleti''nin kuruluş yıllarında Vatan Toprağı haline getirilmiştir.

   Köyümüzün olduğu yer, Osmanlı Devletini kuran Kayı Boyu ile Dodurga boylarının yayılma alanı içindedir. Doğudan gelen göçebe Türkmenlerin bu bölgeye yerleşmesinde Ahi Zaviyeleri önemli rol oynamıştır. Gerek Selçuklu Devleti gerekse Osmanlı Devleti, sosyal bir kurum görevi gören ve Devletin halkla irtibatını sağlayan bu kurumları desteklemişlerdir.

AHİ ZAVİYELERİ

Başbakanlık Osmanlı Arşivi Maliyeden Müdevver Defter, Nr. 27. H. 931-937/1524-1530 sayımında hazırlanmış bir Vakıf Defteridir. 112 sayfa olup Sultanönü Livasının Karacaşehir, Seyitgazi, Günyüzü, İnönü, Bozüyük kaza ve nahiyelerinde bulunan vakıfları ve bu vakıflara bağlı haneleri içermektedir. 68. sayfada Kasım Ağa’nın mülknamesi bulunmaktadır.(1)
Ahi’lik, Anadolu Türklerine has bir kuruluş olup XIII. Yüzyılda kurulup belli bir süre içinde belli kurallarla işlenmiş esnaf ve sanatkarlar birliğini ifade eder. Ahi sözcüğü, Arapça’da “kardeşim” anlamı olduğu gibi, Türkçe’de eli açık, konuksever ve yiğit anlamına gelir. XI. yüzyıldaki fütüvvet örgütünden farklı olarak Türklerin Anadolu’da kendilerine has bir şekilde geliştirdiği bir örgüttür.(1)
Türklerin Anadolu’ya gelişi, 1018 yılından itibaren başladı. XI. ve XII. ci yüzyılda gelen (Türkmen) göçmenlerle, Moğolların baskısı ile önlerinden kaçanlar arasında yaşama biçimi açısından farklılık bulunuyordu. İlk gelenler konar göçer olduğu halde, Moğolların önünden Anadolu’ya kaçıp gelenler doğudaki şehirlerin tüccar esnaf ve sanatkarları idiler. Bizans sınırı, Türkmenlerin en kalabalık yerleştiği bölge idi. Kırsal alanların Türkleşmesine yol açanlar ise tamamen Türkmenlerdi. Bunlar tarım ve hayvancılık yapıyordu. Moğolların önünden kaçanlar, daha çok geldikleri şehirlere benzer yerleşim yerlerini seçtiler. Uç şehirleri seçmelerine rağmen hala korku ve endişeleri süren sanatkarlar, yerli sanatkarlara karşı da örgütlenmek zorunda kaldılar.(1)
Sanatkarların başarılı olabilmeleri için aralarında dayanışma içinde olmaları gerekiyordu. Bu dayanışma, hammaddeden, pazarlamaya kadar gidiyordu. Yeni iş sahipleri, gerek yerli gayrimüslüm rakiplerine gerekse Moğol tehlikesine karşı işletmelerini kendileri korumak zorundaydılar. Fütüvvet teşkilatının moral ve etik prensipleri benimsenerek olgunlaştırılan ahi teşkilatı, aynı meslekten olanları aynı çatı altında topluyor, genç elemanların çalışmalarıyla kurumlarını dışarıdan gelecek tehlikelere karşı korumuş oluyorlardı. Bu teşkilatın kurucusu büyük Türk düşünürü ve ekonomisti Ahi Evran’dır.(1)
Geri dönmeyi asla düşünmeyen göçmenlerden önceki gelenler, sonraki gelenlerle işyerlerini paylaştılar, yeni gelen göçmenler, düzenli bir şekilde misafir ediliyor, uyum sağlamaları için gayret sarfediliyordu. Her mesleğin varlıklı üyelerinin finansa ettiği misafirhaneler bu hizmeti vermeye başladılar. Bu girişim toplumda kısa zamanda düzen sağladı, yerini yurdunu terk etmiş göçmenlerin ortada kalmalarını önledi.(1)
Yeni teşkilatın üyelerinin, sanatlarında en iyisi olabilmeleri için eğitilmeleri gerekiyordu. İşyerlerinde yamak, çırak, kalfa ve ustalık kurallarına çok dikkat ediliyordu. Her meslekte yükselenlere önlük ve kuşak kuşatılıyordu. Üye olabilmek için, iş yapabilmek, sanat ve iyi ahlak sahibi, konuksever olmak gerekirdi. Nefsine hakim olmak, Allahın emirlerine uymak, cömert olmak, konuksever olmak, hile yapmamak, yalan söylememek vs. prensipleri arasındaydı. Belirli bir meslek grubunda, mesleğin en iyisi, meslek ahlakına güvenilen, gençleri yönetebilecek nitelikte zengin bir kişi, üyeler tarafından o mesleğin şeyhi- Ahi Babası seçiliyordu. Ahi Baba yamak, çırak, kalfa usta ilişkilerine dikkat ederdi.(1)
Her şehir, kasaba ve köyün zengin ahileri başkanlığında birleşmiş olan üyeler, akşamları onların yaptırdığı zaviyelerde toplanırlardı. Ahilerin misafir kabul ettikleri zaviyelere, mesleğin her kademesinden üye devam ettiği gibi şehrin ileri gelenleri de katılıyordu. Mesleki eğitim yanında ahlaki ve terbiye eğitimi uygulanır, müzik, edebiyat eğitimi görürler, belirli günlerde sema düzenlenirdi. Ahilerin toplandığı zaviyeler, genç üyelerin eğitim yerleri olduğu gibi misafirhane olarak ta kullanılırdı. Üyeler gelirlerinin küçük bir kısmını zaviyelere ayırırlardı. Mesleğin en iyi ustaları arasından Kethüda (halk dilinde Kâhya) seçilirdi. Kethüda, üye bağışları ve meslek kademesinde yükselirken ödenen paraları yönetir, bayram kandil gibi günlerde sandıktan yardım dağıtırdı. Zaviyeler, şehir içinde, köylerde, yol üzerlerinde bulunuyorlardı. Gelen geçen yolculara yardım ederlerdi. Yerleşme ve yaşam savaşı veren ahiler genç üyelerine mesleklerini çok iyi bilen elemanlar olmaları için eğitim verdiği gibi oturdukları toprağı savunmayı da öğrettiler. Özellikle otorite boşluklarında silahlanarak kentlere hakim olmaktan geri kalmadılar. Köy kasaba gibi yerleşim yerlerinden uzakta pek çok Ahi Zaviyesi vardır.(1)
\r\nKIRSAL KESİMLERDE AHİ ZAVİYELERİ\r\nKırsal kesimdeki zaviyeler genellikle Selçukluların son zamanlarında ve Beylikler döneminde kurulmuşlardır. Kırsal kesimde kurulanların birçoğu Babai isyanından sonradır. Bir kısmı Türkmen göçmenlerinin yerleşmesinde yeni yerleşim ve tarım alanlarının açılmasını sağlamışlardır. Şeyh Edebalı’ da kırsal kesimde oturuyordu. Bunlardan hemen hemen hepsi, ayende ve ravende’ye (gelene-geçene) bedava hizmet etmek üzere izin alınarak kurulmuştur. Dolayısıyla hepsi birer misafirhane görevi yapıyorlardı. Ahiler, zaviye çevresinde tarım alanları açarak göçmenlere örnek oluyor, hububat üreterek misafirhaneye gelir sağlıyorlardı. Hayvan sürüleriyle beraber gelen Türkmenler konduktan sonra da, hayvancılık yapıyor, Ahiler de küçükbaş, büyükbaş hayvan ve at yetiştiriyorlardı. Buralarda saraçlık, koşum ve biniş takımları yapanlar gibi nalbantlar da böyle örgütlenmişlerdi. Selçuklulardan itibaren buralara “ribat”, “hanhâk” da denirdi. Osmanlı döneminde ise imaret, tekke, dergah, asitane daha fazla kullanıldı. XV.ci asırdan sonra mesleki olarak ayrı tabirler olmuş, zaviye şehir kasaba köy yol ve geçit yerlerindeki küçük tekkelere denmiştir. (1)
Kırşehir Emiri Cacaoğlu Nurettin Bey, Çıkan ayaklanmayı kanlı bir şekilde bastırdığı zaman, katliamdan kurtulan Ahiler Eskişehir civarına sığındılar, burada zaviyeler kurup meslek üyelerini etraflarında topladılar. Şeyh Edebalı’nın da bunlardan biri olduğu üzerinde durulmaktadır. Şeyh Edebalı’nın aracılığı ile Ahiler, Osmanlı devletinin kurulmasında ekonomik ve sosyal yönden etkin olmuşlardır. Osmanlı Devletinin kuruluşunda, Eskişehir civarında oturan Ahilerin sosyal gücü Osman Bey’ i etkilemiş, onlarla akrabalık kurarak onları yanına kazanmıştır. (1)
\r\nKARAAĞAÇ ve KUMRAL BABA (KOVALICA) KÖYÜ

Osmanlı devletinin kuruluş döneminde, Osman Bey, Saltanat müjdesini veren Kumral Baba’ya onun isteğine uygun olarak köy bağışlamış, bunun nişanı olarak kılıç ve kendisine ait olan bir kupayı hediye etmiştir. Kumral Baba da burada bir Ahilik Zaviyesi kurmuş ve kendisine hediye edilen araziyi buraya vakfetmiştir. Zaviye kurulduktan sonra Osman Bey’in bağışladığı köy Kumral Baba adını almış ve yakınına kurulan Kara Ağaç köyüne de Türkmenler iskan edilmiştir. Bugün Zaviye Kumral Baba Türbesi olarak tanınmakta, Kara Ağaç ve Kumral Baba (Kovalıca) köylerine yakın, araziye hakim bir tepenin yamacında bulunmaktadır. Kumral Baba ile ilgili açıklama Osmanlı tarihinde işlenmiş, ayrıca adı geçen nişanların (kılıç ve kupa) II. Bayezıd zamanında yapılmış olan bir tahrirde görüldüğü belirtilmiştir. Padişah I. Murad’dan sonra gelen Sultanlar da Vakıf Beratını yenilemişlerdir. (1)
\r\n
KINIK KÖYÜ

Çevredeki meşhur Aramız Çiftliği Murad Hüdavendigar tarafından Demirci Ahi Mahmud’a vakfedilmiştir. Mesleği açıklanmış nadir kişilerden olan Mahmud’a çiftliğin uğurlu gelmesi dileğinde bulunulmuştur. Bu da Demirci Ahi Mahmud’un çok takdir edilen bir iş başardığını düşündürmektedir.(Kamil Kepeci Nr. 3358 S. 5) (1)
\r\n
İNÖNÜ KARALAR KÖYÜ

Sevindik oğlu Ahi Hoca’ya vakfdilen Çiftlik, Ahi Hoca Çiftliği adı ile tanınmaktadır. Murad Hüdavendigar nişanı ile vakıftır. II. Bayezıd’ın beratı ile ile Saltuk, Musa, Kanad ve Ahmed adındaki kişilerin tasarrufuna verilmiştir. Kanuni devrinde yapılan tahrirde Satılmış, Musa ve Kanad’ın mutasarrıfı olduğu tespit edilmiş ve Defter-i Cedide böyle işlenmiştir. (M.M.D. Nr. 87 Kamil Kepeci) (1)
\r\nİNÖNÜ EĞRİGÖZ KÖYÜ\r\nOrhan Gazi tarafından Eğrigöz köyünde bulunan Çiftlik, Mehmed Şeyh adındaki kişiye vakfedilmiş. Mehmed Şeyh’in başında bulunduğu, Mescid ve Zaviye adına “Kadimden Vakıf Olmak” üzere tasarruf olunmuş, dana sonra Ahi Oruç Bey’in tasarrufuna bırakılmış. Daha sonra Mevlana Ömer Fakih’e sadaka olunmuş. Son olarak Kanuni zamanında Seyyid Yusuf’a yazılmıştır. (1)
Anadolu’da suni tasavvuf akımlarına ait bu zaviyelerden başka, Batıni tarikatlarının da pek çok zaviyesi bulunuyordu. Bu zaviyeler daha çok köylerde, yol kavşaklarında veya gözden uzak dağlık bölgelerde bulunuyorlardı. Ziraat, hayvancılık, değirmencilik yapıyorlardı. Göçebelerin ve yeni yerleşmiş Türkmenlerin sosyal ve ekonomik eğitiminde önemli rol oynayan bu zaviyelerin başında “BABA”, “DEDE” lakaplı eğitim görmemiş veya çok az öğrenim görmüş derviş ve şeyhler bulunuyordu. Bu kişiler Babailer isyanından sonra uçlara, gözden uzak yerlere yerleşmiş, kendilerine bağlı Türkmenlerin yerleşmesinde onlara yardımcı olmaya gayret sarf etmişlerdir. Gerek (Türkmen) göçmenler gerek Babalar fikir ve tasavvufi görüş olarak kendilerine yakın hissettikleri derviş ve derviş gruplarını da içlerine almışlar ve onlarla bütünleşmişlerdir. Adı geçen şeyh ve dervişler, eski Kam Ozanlarına benzeyen Babalar, kurdukları zaviyelerde göçebe yaşam süren Türkmenlere onların yaşam biçimine uygun olarak İslamiyeti benimsetmişlerdir. (1)
Geçit, Derbent ve köprüleri bekleyen dervişlerin toplandığı zaviyeler bulunduğu gibi, rehberlik yapan dervişlerin toplandığı zaviyeler de vardı. Bunlar aynı zamanda a

Henüz yorum yapılmamış, ilk yorumu sen yap

Yorum Yazın